3 Aralık 2010 Cuma

KUR’AN KISSALARINDAKİ BÜYÜK HAKİKATLAR



Kıssa Kelimesi
Arapça'da, “k-s-s” kök harflerinden türeyen tekili “kıss”, çoğulu “kasas” olan kıssa kelimesi “hikâye, haber, cümle, söz parçası, vak'a, durum ve mevzu” gibi anlamlara gelmektedir.[1] Kur’an’da en çok  “birisine bir haber veya sözü beyan edip bildirmek”[2]manasında kullanılmıştır.
Bir Kur’an terimi olarak manası “yalan ihtimali ve hayalin karışması mümkün olmayacak bir tarzda tarihin derinliklerinde kaybolmuş, unutulmuş veya bazı izleri insanlığın hafızasında varlığını koruyabilmiş hâdiselerin, muhataplara, âdeta olaylara yeniden bir canlılık vererek anlatılması, beyan edilmesidir.”[3] Başka bir tarifle kıssa  “hayalden herhangi bir şeyin karışmadığı, geçmişte vuku bulmayan şeylerin de asla giremediği tarihi haberler ve olaylardır. Bununla beraber Kur’an kıssaları hem değişmeyen mutlak hakikatler üzerine bina edilmiş, hem de muhatabı yönlendirme ve teşvik gibi unsurları da başka kıssalarda bulunmayan bir tarzda ihtiva etmiştir.”[4]

Konular
Kıssalarda anlatılan hadiseler kısaca şöyle özetlenmiştir: Hz. Âdem’in cennetten dünyaya gönderilişi esnasında İblisle olan kıssası; Hz. İdris'in yüce bir mevkisinin oluşu; Nuh tufanı; Ad kavminin iki kıssası; Semud kavmi ve deve kıssası; Hz. Yunus'un kıssası; Hz. Şuayb'ın Eyke ve Medyen'lilerle olan kıssası; Hz. Lut ve kavminin kıssası; Tübba'ın kavmi; Ress halkı; Hz. İbrahim ve Nemrud kıssası, oğlu İsmail'i annesiyle Mekke'ye götürmesi, Kabe'nin inşası ve oğlunu kurban kıssası; Hz.Yusuf ve kardeşlerinin kıssası; Hz. Musa'nın doğumu, nehre atılışı, kıbtî'yi öldürmesi, Medyen'e girişi, Hz. Şuayb'ın kızıyla evlenmesi, Tur'da Allah'la konuşması, Firavun'a gidişi, Mısır'dan çıkışı, düşmanı boğuşu, kavminin buzağıya tapması, Bakara ve Salih kulla (Hızır) olan kıssası, zalimlerle savaşı; Tâlut ve Hz. Davud'un Câlut'la kıssası; Hz. Süleyman ve Sebe' Melikesinin kıssası; Tâundan kaçıp ölenlerin tekrar dirilmeleri kıssası; Zülkarneyn kıssası, Doğuya batıya gidişi, seddi yapışı; Hz. Eyyüp kıssası; Zülkifl kıssası; Hz. İlyas kıssası; Hz. Meryem ve O'nun adak olması, Hz. İsa'nın doğumu, risâleti, göğe çekilişi; Hz. Zekeriyya ve oğlu Yahya'nın kıssası; Ashab-ı Kehf kıssası; Buht-u Nasr kıssası; biri cennetlik olan iki kişinin kıssası; Âl-i Yâsinden inanan kişinin kıssası; Fil olayı…”[5]

Gaye ve Maksat
Kur’an’da büyük yer tutan kıssaların gayeleri bizzat Kur’an’ın nüzul maksatları ile aynıdır. Zuhayli’ye göre kıssalar, Hz. Âdem'den günümüze, insan hayatındaki doğruları ve yanlışları algılama imkânı verir, inananları müjdeleme, inanmayanları uyarma, kendilerini bekleyen sonucu haber verme, terbiye etme, güzel ahlakı tanıma, akide ve ibadetlerin esasını ifade etme açısından çok önemlidir.[6]
Kur’an’ı okuyan müminler kıssalar vasıtasıyla ruhlarını terbiye eder, maddi terakkide olarak sebeplere riayet etmenin önemini kavrar, milletlerin hayatında “sünnetullah”ın önemli yer tuttuğunu öğrenirler.[7]
Tefsir âlimi Suat Yıldırım kıssaların gayeleri konusunda orijinal bilgiler vererek şu maddeler altında incelemiştir:
1- Hz. Muhammed Aleyhisselatuvesselamın nübüvvetini ispat etmek.
2- Bütün peygamberlerin İslâm'ı tebliğ ettiklerini göstermek.
3- Muhatapların ders almalarını sağlamak.
4- Allah'ın, nebilerine ve seçkin kullarına ihsan etmiş olduğu nimetleri haber verip hatırlatmak
5- Şeytanın aldatmalarına karşı beşeri ikaz etmek.
6- Münferit meselelerin arkasındaki genel prensipleri ortaya koymak.
Ayrıca Yıldırım’a göre kıssalar Efendimizin ve müminlerin kalplerini takviye ederler. Tebliğ külfetinde karşılaştıktan meşakkatlere sabır ve hizmette sebat etmelerini kolaylaştırırlar.[8]

İbret
İbret kıssaların gayeleri arasında en önemlilerindendir. Kelime “fiil olarak ('abera) ‘bir halden diğer bir hale geçti, yürüyerek geçip gitti’ manasında kullanılır.  Mastar olarak (abur ve ibret) kullanıldığında ise, 'gerek yüzerek, gerekse gemi, hayvan veya köprü üzerinden, her ne suretle olursa olsun, suyu ya da dereyi geçmek gibi manalara gelir.[9] Terim manası  “gözle şahit olanı bilmekten görülmeyeni bilmeye vesile olan durum” demektir.[10]
Büyük Müfessir Elmalılı Hamdi Yazır’a göre kıssalar ibret nazarıyla okunursa “alınacak olan ibret dersi ve ilham o kadar yüksek, açık ve boldur ki, kütüphaneler dolusu tarih kitapları okunup araştırılacak olsa elde edilecek ders, yükselmek için bağlanılacak ibret düsturları bunlardan başkası olmayacak ve bunların verdiği açık ilhamı vermeyecektir. Önceki kavimlerini bütün masalları, eski eserleri, kaleme alınan kitaplar ve meydana gelen olaylar incelenmiş olsa bunların ihtiva ettikleri bozukluklar ve hurafeler bir araya getirilerek insanlık hayatının başlangıç ve sonucu bakımından ifade edecekleri sabit hakikatlerin, Kur'ân'ın söz konusu bu kıssalarında özetle işaret edilen esasların hududunu aşamadıkları görülür.”[11]
Külli Düsturlar
Muhterem Suat Yıldırım’ın altıncı maddede bahsettiği “genel prensipler” Risale-i Nur’da “küllî düstur” tabiri ila anlatılmaktadır. Başka kaynaklarda olduğunu zannetmediğimiz bu yorum Nurlarda bulunan orijinal tespitlerdendir. Üstad Hazretleri kıssalarda yer alan bazı küçük hadiselerin tarih içinde daha büyük ve genel prensiplere işaret ettiğini söylemektedir. Ona göre Bakara Suresi’nde yer alan “ “ ayeti (2/31) Hazreti Adem Aleyhisselama “isimlerin öğretilmesi” hadisesi bilimsel bilgiden Allah’ın sıfat ve isimlerine kadar bütün bilgi çeşitlerinin öğretilmesine işaret eder. İnsan bu “ilim” özellikle de Marifetullah sayesinde meleklere ve bütün varlıklara karşı bir üstünlük kazanacak mahiyette yaratılmıştır. Bu niteliğiyle insan iç ve dış duyguları ve vicdan genişliği ile kainatı kuşatacak bir kabiliyettedir.[12]
Yine Kuran’da İsrailoğullarının taptığı ineğin kesilmesi hadisesinin bütün insanların içinde böyle bir eğilimin olduğu, bu eğilimin ise peygamberlerin gönderilişi ile sona erdirildiği hakikatine işaret edilmektedir.[13]
Yine mısır kralının yardımcısına kendisine bir kule yapmasını emretmesi, o kuleye çıkarak bir yaratıcının olup olmadığına bakmak istemesi ve orada da aslında olmadığını ima etmesi hadisesi firavun gibi enaniyeti çok şişmiş yöneticilerin psikolojik hallerini işaret etmektedir. Her çağda firavunların yüksek binalarda oturmak, yüksek kabirler yaptırmak, sihre inanmak gibi özelliklerinin olduğu hakikati anlatılmaktadır.[14]
Kıssaların en küçük parçalarındaki bu büyük hakikatlere bakarak genel manada kıssaların bir çok tarihi, sosyolojik ve psikolojik prensiplere ulaşmada yol gösterici olduğu söylenebilir. Kıssalar bu gözle okunursa çeşitli ilimlere altyapı olabilecek bir çok donelerin elde edilmesi mümkün olabilir.


[1] Cemaluddin Muhammed b. Mükerrem İbn Manzur, Lisanü'l-Arab, I-XV, Beyrut, 1955, s. 7/74; Asım Efendi, Kamus Tercemesi, I-V, İstanbul, 1305, s. 2/1206’dan Abdullah Acar, Bir İctihad Kaynağı Olarak Kur'an Kıssaları, Selçuk Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Temel İslam Bilimleri Ana Bilim Dalı İslam Hukuku Bilim Dalı, Doktora Tezi, Konya 2005, s.96
[2] Rağıp el-İsfehanî, el-Müfredat fi Ğaribi’l-Kur’an, thk. Muhammed Halil İ’tani, Daru’l-Marife Beyrut, 2005, 405’ten Aylin Dilmen, Yusuf (A.S.) Kıssası'nın Fıkhı, Yüzüncü Yıl Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Temel İslam Bilimleri Ana Bilim Dalı Tefsir Bilim Dalı, Yüksek Lisans Tezi, Van 2010,s. 5
[3] İdris Şengül, Kur'an Kıssaları Üzerine, Işık Yayınları, İzmir, 1994, s.46
[4] Abdülkerim el-Hatîb, El-Kasasu’l-Kur’ânî fi Mantukıhi ve Mefhumihî , Kahire 1964, s.49’dan İdris Şengül, Age. s.46,47
[5] Suyutî, Celâluddin. El-İtkân fî 'Ulûmi'l- Kur'ân, İstanbul, 1978, (İki Cilt Bir Arada), s. 2/164’ten Abdullah Acar, Agt, s.114
[6] Vehbe Zuhayli, el-Kıssatu'l-Kur'aniyyetü Hidayeten ve Beyânen, Şam, 1992, 6-17’den Aylin Dilmen, Yusuf (A.S.) Kıssası'nın Fıkhı, Yüzüncü Yıl Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Temel İslam Bilimleri Ana Bilim Dalı Tefsir Bilim Dalı, Yüksek Lisans Tezi, Van 2010 
[7] Bkz. Fazl Hasan Abbas, el- Kasas’ül-Kur’anî, s.13’ten Musa el-Bâsıt, “Kur’an Kıssalarında Nursî’nin Metodu”, Uluslar Arası Bediüzzaman Sempozyumu-4: Kur'an'ı Anlamada Çağdaş Bir Yaklaşım: Risale-i Nur Örneği, Sözler Yayınevi İstanbul 1998, s.
[8] Muhittin Akgül bu maksatları iki maddede özetlemiştir.  1- Bazı geçmiş milletlerin ahvalini ve peygamberlerinin nasihatlerini Ümmet-i Muhammed’e bildirmekle ibrete davet, 2- O kıssadaki iyi olan fiillerin seçilmesini, yok oluş sebepleri olan fiillerden sakınılmasını Ümmet-i Muhammed’e tavsiye… Bkz. Kur'an Kıssalarındaki Hikmetler, Yeni Ümit Dergisi, Yıl:17, Sayı:66, Ekim-Kasım-Aralık 2004, İdris Şengül kıssaların gayelerini şu başlıklar altında inceleyerek genişçe izah eder: İman esaslarını ispat edip açıklamak; Resulullah’a (sav) ve bütün mü’minlere teselli verip gönüllerini pekiştirmek; Her devirdeki peygamberlerin ve tebliğ ettikleri dinlerin birliğini açıklamak; Nefsin terbiyesi; İnsanlığın ilmi gelişmelere teşvik edilmesi… Bkz. İdris Şengül Age. s. 276-338
[9] İbn Manzur , a.g.e, “'a,b,r,” maddesi; Hüseyn b. Muhammed Rağıp el-Isfahanî,  (v. 502/1108), el-Müfredât fî Ğarîbil- Kur'ân, Beyrut, 1966. , Muhammed b. Ali Tehânevî (v.1158/1745), Keşşâfu Istılâhâti'l- Fünûn, “i'tibar maddesi”, I-IV, Beyrut, 1988’den  Abdullah Acar, Agt, s.117
[10] Elmalılı Hamdi Yazır, Hak Dini Kur’ân Dili, c.5, s.4816’dan Abdullah Acar, Agt, s.118          
[11] Elmalılı Hamdi Yazır, Hak Dini Kur’ân Dili, (Sadeleştirenler: İsmail Karaçam vd.) Azim, İstanbul, c.4,s.77’den Şerife ÖZDEMİR, Elmalılı Hamdi Yazır'ın Kıssaları Tahlili, Sakarya Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Yüksek Lisans Tezi Sakarya, 2007, s.43
[12] Bkz. Said Nursî, Kaynaklı, İndeksli, Lügatli Risale-i Nur Külliyatı, 20. Söz, İstanbul-1996, s.98
[13] Bediüzzaman Said Nursi, Age. s.98
[14] Bediüzzaman Said Nursi, Age. 25. Söz, s.179



9 Kasım 2010 Salı

Niyazî Mısrî Divanında İlahi Aşk


1617 Yılında Malatya’nın Soğanlı kasabasında doğan Mehmed Niyazî Hazretleri Mısır’da ilim tahsil ettiği için Mısrî lakabıyla anılmaktadır. Kendisi Elmalı’da Halvetî Ümmî Sinan’a intisab etmiş ve ondan icazet almış olan bir kalb ehlidir. İkisi Limni Adası olmak üzere dört kere sürgüne gönderilmiştir. 1694 yılında vefat etmiş olan Mısrî’nin Divan-ı İlahiyat[1], Meva’id-ul İrfan, Fatiha Tefsiri, Esma-i Hüsna Şerhi gibi kitaplar kaleme almıştır. Bu makalede onun divanında yer alan Allah aşkı ile mısraları incelenmeye çalışılacaktır.
Niyazî Mısrî’nin divanı Allah aşkı temalı bir şiirle başlar. Mısrî bu şiirinde “Ey gönül gel gayriden geç aşka eyle iktidâ” diyerek aşk yoluna girmenin gereğine[2] vurgu yapar. “Bir nefes gönlüm senin aşkından etme gel cüdâ”  “Masiva-yı aşkının sevdasını gönlümden al / Aşkını eyle iki âlemde bana aşinâ” mısralarıyla Allah’a aşkını lütfetmesi için yalvarır. Şiirin son beytinde nefsine seslenerek aşkın yol göstericiliğine dikkat çeker:
Ey Niyazî mürşid istersen bu yolda aşka uy
Enbiyâ ve evliyâya aşk oluptur  rehnümâ (klavuz)…” (s.17)
Divanın son şiirlerinde birisinde de aşk yolunun Allah’a ulaştırdığına dikkat çelmiştir Hazreti Mısrî:
“Vasl-ı Hak olmaya eylersen heves
Aşka ulaş gayriden gönlünü kes” (s.242)
Nurlardan öğrendiğimiz kadarıyla biliyoruz ki insanlığın en duru ve saf sevinci Allah aşkı içinde yer alan ruhânî lezzettir. Mevlana, Molla Câmî gibi aşk ehli de melekût âlemine açılan havassı (duyguları) ile bu ruhânî lezzetleri duyup yaşamış aşk kahramanlarıdır. Şiirlerinden anlaşıldığı üzere Niyazî Mısrî de bu aşk kahramanlarından birisidir.
Mısrî fani güzelliklere meftun olanlarla değil Cenab-ı Hakk’ın Cemâl tecellilerine mazhar olanlarla haldaş ve duygudaş olduğunu belirtir:
Bu fenâ gülzârına bülbül olanlar anlamaz
Vech-i Bâkî hüsnüne hayran olan anlar bizi.”  (s.88)
Ona göre ölümden kurtulup beka bulmak isteyen aşk yolunu seçmelidir ve gönlünü aşk ateşiyle yakmalıdır:
“Ger ölümden kurtulam dersen yürü var âşık ol
Döne döne aşk oduyla cism-ü cânı kıl kebap.” (53)
Varlık kâinatta içkin olan soyut güzelliğin yani Mutlak Cemâl ve hüsnün etrafında dönmektedir. Bu öyle bir güzelliktir ki ay ve güneş dahil olmak üzere yüz binlerce divane aşık onun etrafında pervane gibi dönmektedirler:
Bir yüze dûş oldu (rastladı) gözüm yüz bin gezer divânesi
Olmuş cemâl-i şem’inin ay ile gün pervânesi.”
Mevlânâ’da gördüğümüz ve ölümün şeb-i arus olarak kabul edildiği telakki tarzı Mısrî’nin şiirlerinde de mevcuttur. O da ölümü “yâr ile halvet” olarak nitelendirir. Ona göre ölüm insanın fani varlıklar ile bağını kesen, suretleri ortadan kaldırıp manayı ortaya çıkaran; bunun yüzünden de Cenab-ı Hakk’ın cemalini müşahede ile baş başa bırakan bir haldir (halvet):
“Ölüm dedikleridir halvet-i yâr
Kamu ağyar gider elhamdülillah (…)
Göründü mana yüzünden cemâli
Bozuldu hep suver elhamdülillah”
Ölüm dünyadan bir ayrılmadır fakat aynı zamanda Allah ile visale vesiledir:
 “Ne gam giderse dünyadan Niyazî
Visaline erer elhamdülillah” (s.84,85)


Bütün tasavvufi eserlerde anıldığı üzere aşk insan bedeni üzerinde zayıflatıcı tesirde bulunur fakat ruh ve vicdanın tekamülüne ve genişlemesine vesile olur. Mısrî’ye göre aşk uğradığı yerdeki yapıları yerle bir eder:
“Her kimin şehrine uğradıysa aşkın askeri
Hep imârâtın anın bir demde virân eyledi.” (s.89)
Aşığın şarabı kanayan kalpten akan kandır:
“Hiç yürek kanından özge aşığa yoktur şarab.” (53)
Aşk ateşi âşıkların beden ve benliklerini yakar, kül edip savurur:
“Aşk odu şöyle yakıptır cism-ü cânın anların
Kül edip savurdular cümle vücud harmânını.” (s.109)
Temel eserlerden öğrendiğimiz üzere ene (benlik) insanoğluna kıyas yapıp haddini bilmesi için verilmiş bir emanettir. İnsan yapacağı kıyasla kâinatı, dünya ve içindekileri yaratıp düzene koyan onları her daim canlı tutan ilmi, kudreti, rahmeti, malikiyeti sonsuz Allah (C.C.) karşısında kendi “ene”sinin hiç derecesinde bir varlığa sahip olduğunu anlar. Mevlana gibi aşk yolunda giden Allah dostları benliklerini terk etme ameliyesini aşk vasıtasıyla gerçekleştirirler. Kalplerini Mahbub-u Hakiki Allah’ın aşkıyla doldurup hem benlik sevdasından hem de mecazi sevgililerin sevdasından vazgeçerler. Mısrî’nin mısralarında bu manalar şöyle dillendirilir:
 “Ben sanırdım âlem içre bana hiç yâr kalmadı
Ben beni terk eyledim bildim ki ağyâr kalmadı.” (s.105)
Ot ve dikene benzeyen enaniyet, aşk ateşi ile yakılınca ruhun tenezzühü için geniş bir meydan açılır:
 “Hâr (diken)-u hâşâk (ot)-i enaniyet yanalı aşk ile
Arş-ı kürsîden geniş açıldı meydanım benim.” (s.141)
Varlık terk edilince vicdan daralması ortadan kalkar, Allah’a olan yabancılık gider, O’nun gönülde misafir olacağı bir hal meydana gelir:
 “Yağma edersin varlığın
Gider gönlünden darlığın
Mahfeyle sen ağyarlığın
Yâr oliser mihman sana” (s.27)

Allah yolunun yolcusu tevazu ile secde edip yüzünü toprağa sürer, aşk derdiyle yüreği yanarsa, kalp sarayını kirletmezse Allah (C.C.) onun misafiri olacaktır bir gün:
 “ Yüzün Niyazî eyle hâk (toprak)
Derd ile bağrın eyle çâk (çatlak)
Kalbin sarayın eyle pâk
Şayet gele Sultan sana.” (s.29)
Maddi ve manevi duyu organlarını fani güzelliklere kapatırsa gönülde Allah’a müteveccihen kapılar açılacaktır:
 “Göz, kulak, dil kapıların bağla muhkem bir zaman
Ola kim Hak’dan yana gönlünden ola feth-u bâb.” (s.53)
 “Derd-i Hakk’a talib ol dermana erem dersen …
Canından ümidin kes canana erem dersen …
Yüzün yere sür hâk et ummâna erem dersen …
Yusuf gibi mahbup ol Kenan’a erem dersen
Terk et kuru davayı hem ucb ile riyayı
Mısrî ko o sevdayı Sübhân’a erem dersen”(s.189)
Dünyayı, dünya içindeki fani sevgilileri terk edip “fakr” yolunu seçerek her yeri kuşatan İlahi aşkı aramayanın işi zordur:
“Can bu ilden göçmeden Cânânı bulmazsa ne güç!
Yârini terk etmeden Yârânı bulmazsa ne güç!
Âdemin gönlü evinde bahr-i umman gizlidir
Daima susuz gezip ummanı bulmazsa ne güç!
Fakr-ı fahrî devletine erişen sultân olur
Fahr-i tâmme erişip Sultanı bulmazsa ne güç!” (s.55,56)
Allah kendisini sevenlere büyük bir makam vermiştir ve onların sevgilerinin artması içindeki makamları da yüksek olacaktır:
“Bir mülke malik eylemiş uşşakını ol padişah /
Mülk-i Süleyman onun yanında bir viranesi” (s.104)
 “Âşıkın Maşuk yolunda derdi artıkça müdâm (sürekli)
Artar onun dem-bedem akranı içinde pâyesi” (s.94)
Allah aşkını bulan aşığa başka sevdalar gerekmez:
“Sana âşık olan diller niderle huri gılmanı
Cemalin seyreden gözler niderler bağı rıdvanı
Şarab-ı aşk ile sekrân olup her birisi mestânı
Visalin gülüne hayran olan neyler gülistânı” (s.108)
Buraya kadar zikrettiğimiz manalarla birlikte ihlas, sadakat ve tevazu düsturlarına bir kez de Yunus Emre üslubuyla temas edilir:
Niyazî Mısrî aşığın benliğini terk etmesi gerektiğini ve tevazu sahibi olması gerektiğini yukarıdaki beyitlerinde temas etmiştir. Aşağıdaki mısralarda ise Yunus Emre üslubuyla yine ihlâs ve sadakata, tevazuya, benliğin terk edilmesi gereğine vurgu yapar:
Derviş olan âşık gerek, yoluna hem sadık gerek
Bağrı onun yanık gerek, can gözleri açık gerek
Alçaktan alçak yürüye, toprak içinde çürüye
Aşk ateşinde eriye, altın gibi sızmak gerek (…)
Yok olmayan var olamaz varını dağıtmak gerek (s.121,122)
“Taatın ihlasa ermez ilim ile amâl ile
 İzzeti ko zilleti tut oldur onun mâyesi” (s.94)
“Yüzünü yerler gibi ayaklar altına ko kim
Hak teâlâ başlar üzre asumân etsin seni” (s.102)
“Zühdünü ko aşka düş ehl-i cenân (kalp) etsin seni
Pîr-i aşka kulluk et canana can etsin seni” (s.101)
Allah Dostu Mısrî Allah’tan her daim İlahi aşkı ister, o aşkla sermest yaşamayı diler. Bu küçük araştırmaya onun bu yöndeki duasıyla son verelim:
 “Padişahâ aşkını hemhâne kıl / Masiva-yı aşkını bigâne kıl
Zikr-i fikrinle beni pürnûr edip / Mest-i medhûş eyleyip pervâne kıl
Benliğimdir senden ayıran beni / Varlığım şehrini yık virâne kıl
Mürg-i ruhun meylini kes gayriden / Şol cemâlin şem’ine pervâne kıl
Gönlümü mir’at-ı vech-i zât edip / Ol tecelliyle beni mestâne kıl
Cezb-i feyzin şarabın doldurup / Bu Niyazî bendeni meyhâne kıl” (s.127)


[1] Mısrî Niyazî Divanı Şerhi, Seyyid Muhammed Nur, Hazırlayan: Mahmut Sadettin Bilginer, Esma Yayınları, İstanbul 1982
[2] Mısrî’ye göre seyr-i süluk meşrepleri içinde “neş’e” zirvedir ve o da ancak aşkla mümkündür.(s.19)